De ki: “Ey Rabbim, beni takdir ettiğin yere gönül rahatlığı ve selametle girdir. Oradan gönül rahatlığı ve selametle çıkar. Sen bana nezdinden yardımcı bir kuvvet ver.”(İsra,80)
Peygamber Efendimiz (s.a.s) hicret etmeye karar verdiğinde kalbinden ve dilinden bu dua dökülmüştü. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e ilk vahiy bilindiği üzere 27 Ramazan 610 yılında inmiştir. Vahyin indiği ilk yıllarda Peygamber Efendimiz (s.a.s) tebliğini gizli bir şekilde yapıyordu. Mekkeli müşrikler Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bu gizli davetini bildikleri halde ilk başlarda çok önemsememişlerdi. Fakat daha sonra:”(Önce!) En yakın akrabanı uyar”( Şuara , 214) ayeti nazil olunca Peygamber Efendimiz (s.a.s) davetini açıktan yapmaya başladı. İşte bundan sonra Mekkeli müşrikler başta Peygamber Efendimiz (s.a.s) olmak üzere Müslümanlara işkence etmeye başladılar.
İlk olarak azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile birlikte Taife giden efendimiz burada Taif halkı tarafından kötü muamele ile karşılanmış hatta çocuklar tarafından taşlanmıştı.Taif ’den de beklediği sonucu alamayan Hz. Muhammed (s.a.s) bıkmadan tebliğine devam etmiştir. Taif dönüşü hac mevsiminde Medine’den gelenlerle akabe denen yerde görüşmüş ilk olarak bu 6 kişi İslamı kabul etmiş, Sonraki yıl bu sayı biraz daha artmış ve Efendimiz(s.a.s) İslamı anlatmak için Medine’yi kendisine yeni hedef olarak seçmiştir. Medinelilerin kendisinden İslamı anlatacak bir öğretici istemesiyle Musab b. Umeyr’i kendinden önce Medineye İslamı anlatmak ve yaymak vazifesiyle İslam’ın ilk öğretmeni olarak göndermiştir. Musab b. Umeyr de hiç tanımadığı bir yerde görevini tam anlamıyla yerine getirmiş; öyle ki Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ettiğinde Mus’ab bin Umeyrin Medine de girmediği bir ev, islamı tebliğ etmediği bir topluluk kalmamıştı. O kadar ki Taifliler tarafından taşlanarak şehre alınmak istenmeyen Peygamber Efendimiz (s.a.s) Medine’de Allah’ın Resulü olarak toplumun büyük kısmı tarafından tam bir kabul, itaat ve bunun yanında sevgi coşku ve özlemle karşılanmıştı. İstekleri bir emir gibi yerine getirilmiş ve şehre gelişinden kısa bir süre sonra bir devletleşme kurumsallaşma süreci başlamış, Peygamber efendimiz (s.a.v) hiç tartışmasız olarak hem dini hem siyasi bir lider olarak kabul edilmiş, Müslüman olmayan diğer gruplarla ve Müslümanlar arasında Medine Şehir Sözleş- mesi imzalanmıştır.
İslam tarihinin belli bir döneminde yaşanmış ve etkileri günümüz kadar devam edegelen hicret neden bizim için bu kadar önemlidir ? Hicret teslimiyetle başlayan bir varoluşun, İmanın ve bunların getirisi olan bir benliğin korunması için Allah’ın emriyle başlayan bir yolculuktur. Dünya ve İslam tarihi açısından çok önemlidir; çünkü Müslümanlar Allah’ın emri ve izniyle bir kader planında Mekke’yi terk etmeseydiler İslam küçük ama bağnaz bir toplum tarafından yok edilebilir; hatta Hıristiyanlık ve Yahudilikte olduğu gibi tahrif edilerek günümüze ulaşabilirdi. Ancak Allahu Teala buna müsaade etmedi ve yurdundan kaçarak çıkan küçük ama kalpleri kendisine karşı imanla dolu samimi bir topluluğu büyük topluluklara galip eyledi. Öyle ki hicretle Medine de kurulan küçük İslam devleti zamanla öyle büyüdü ki kabul ettiği dini, doğduğu Arap yarım adasındaki istikrarı sağladıktan hemen sonra dünyanın dört bir yanına yayma görevini hakkıyla yerine getirdi. İslam’ın doğuşundan kısa bir süre sonra İslam büyük kıtalara yayıldı milyonlarca insan aydınlandı, büyük İslam devletleri kuruldu ve bugün de kendisinden hem beslenip hem de katkı sağladığımız büyük İslam medeniyeti yayıldığı coğrafyanın katkılarıyla doğdu.
Hicretin sebepleri, hicret esnasında ve sonrasında yaşananlar ve hicretin önemli sonuçları neticesinde İslam’ın devletleşmesi, dünyaya yayılarak büyük bir medeniyetin doğmasına vesile olması, bize tıpkı kuranın verdiği gibi asırlar boyu değişmeyen evrensel mesajlar vermiş ve önemli şiarlar kazandırmıştır. Günümüz İslam ümmetinin, İslam tarihinin bir döneminde yaşanmış ancak etkileri günümüze kadar süren hicretten alması gereken önemli dersler vardır. Yüce kitabımız Kuran’da var olan ayetler ve bunların yörüngesinde Peygamberimizin dilinden dökülen hadisler nasıl ki çağlar sonrasına hitab ediyor, insanların hayatına yön veriyorsa İslam tarihinde yaşanan bu önemli vakanın da Müslümanlar ve insanlık için barındırdığı çok ciddi mesajlar vardır.
Peygamber Efendimiz(s.a.s) ve ondan önce hicret edenler ellerindeki bütün imkanları kullandıktan ve sonuna kadar sabrettikten sonra artık Mekke’de Müslümanlığı yaşayamayacaklarını anlayınca hicret etmişlerdir.
Mekke’de artık islamı anlatma olasılığı kalmadığını anlayan Allah Rasulu (s.a.s) Allah’ın emrinden sonra önce tüm Müslümanları Mekke’den göndermiş ve ardından İslamı ilk anlatmaya başladığından beri kendisini yalnız bırakmayan, Miraç olayından sonra da davetin en başında ki gibi müşrikler tarafından yalanlandığında Peygamber Efendimiz’i “O söylediyse doğrudur” diye savunup ona en büyük sadakati gösteren sadık arkadaşı Hz.Ebu Bekir ile yol arkadaşlığı yaparak Medine’ye hicret etmiştir. Ancak bu kutlu yolculuğa başlamadan önce kendisini İslamı anlatmaya çalıştığı yaklaşık on üç yıl boyunca çeşitli işkencelere uğratmış olan Mekkeli müşriklerin emanetlerini teslim etmeyi ihmal etmemiştir. Yine bu sırada Peygamber Efendimiz (s.a.s) kalan emanetleri sahiplerine teslim etmesi ve müşriklerin şüphelenmesini engellemek için yerine Hz. Ali’yi bırakmış, Hz. Ali de ölümü göze alarak Allah Rasulu (s.a.s) gece evden çıkınca O’nun yatağına yatmış ve korkusuzca sabaha kadar müşriklerin gelmesini beklemiş, sadakatini ispatlamıştır. Allah Rasulu(s.a.s) hayatı boyunca tedbiri elden bırakmamış, Mekkeli müşriklere yakalanmamak için güpegündüz evden çıkmamış, yolculuğa başladığında takip edileceğini tahmin ettiği için ilk önce Medine’nin tersi istikametinde gitmiş, daha sonra değişik yolları kullanarak Medine’ye varmıştır. Yine hicret esnasında Sevr Dağı’ndaki bir mağarada saklanırken Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kendilerine yemek getirmiş, Abdullah’ın izini kaybettirmek için Hz. Ebu Bekir’in çobanına koyunları mağaranın önünde otlatmasını buyurmuştur. Bunların hepsi, bize Peygamber Efendimizin Peygamber de olsa tedbiri bir an olsun elden bırakmadığını göstermektedir ve hiçbir çaba harcamadan sürekli olarak başka yerlerden medet uman, tevekkül etmeden Allah’tan yardım bekleyip hüsrana uğrayan Müslümanlara ciddi bir derstir.
Musab b. Umeyr’in de hiç bilmediği bir beldede görevini tam anlamıyla yapması bizler için bir hedeftir ve istedikten, inandıktan sonra başarılamayacak bir işin olmadığını, imanla imkanın bir arada olduğunu göstermiştir. Ensar ve Muhacirin bir arada kardeşçe yaşaması, malını mülkünü Allah yolunda paylaşması gelişen ve onca imkana sahip olan günümüz dünyasında hala bir şeyleri bölüşemediği için birbirini katleden ve milyonlarca insanın açlıktan ölmesini izleyen insanlığa bü- yük bir derstir. Bu bize göstermiştir ki sorunlarımızı çözen maddi varlıkların çokluğu değil manevi dünyamızın zenginliğidir.
Muhacirlerin inançları uğrunda bütün mallarını Mekke’de bırakıp inançlarını daha rahat yaşayıp diğer insanlara da anlatabilmek için Medine’ye göç etmeleri, burada yokluklara ve gurbete rağmen daha büyük dünya ve ahret saadetlerine ulaşmaları, hicretten bizler için çıkarılacak dersler arasındadır. Peygamber Efendimiz(sav)in Medine’ye gider gitmez bir devletleşme sürecini başlatarak Müslümanları korumaya çalışması, yine dinini kimliğini korumak ve yaymak için doğduğu toprakları terk etmesi, Müslümanların pes etmeden Allah’a dayanarak yollarına devam ederken kazandıkları başarılar ve dinlerini yaşarken de yayarken de dinimizin en önemli öğretilerinden biri olan kardeşlik ve insana saygı kavramlarıyla insanlığa gösterdikleri merhametle dünyaya örnek olması ve bu sayede gittikleri her yerde sevgiyle karşılanıp kalıcı bir miras bırakması, bizim için ciddi örneklerdendir.
Bugün bize düşen en önemli görev Kuran ve hadisle yoğrulan tarihimizi en iyi şekilde okumak, anlamak ve tarihimizde yaşanan olayları olmuş bitmiş vakalar olarak görmeyip kendimize ders çıkararak geleceğimizi inşa etmektir.