Kazanılmış bütün deneyimler ortaya koyuyor ki birlikte yaşamanın yolu birlikte olabilmekten geçer. Din, dil, ırk fark etmeksizin birlikte yaşama duygusu. Birlikteliğin şartlarından en önemlisi de herkesi kuşatan ortak kuralların belirlenmesidir. Yine mi kurallar diyenler varsa… Kurallar hayatımızın hemen her alanında karşımıza çıkan bir gerçeklik. Bazı kurallar var ki bizim adımıza bize sorulmadan konulmuştur fakat yine de biz bu kuralların hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığını birçok kez görmüşüzdür. Örneğin trafik kuralları, en basitinden trafik lambaları mesela… Birçok kez hayatımızı kurtardığını bile söyleyebiliriz bu kuralların. Çok güzel düşünülmüş ve birçok deneyimden süzülen bilgi birikiminin getirdiği aslında mutluluğumuzu garanti altına alan kurallar.
Dinimiz İslam, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak diye tercüme edilen Emr-i bi’l-ma’ruf ve-n Nehyi a’nil münker ifadesi ile Kurân ve Sünnet’te belirtilen kuralların paylaşılması gerektiğini hatırlatmıştır. Bu hususu Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in Âli İmran suresi 104. Ayetinde “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Ayet-i Celile’si ile beyan buyurmuştur. Ayrıca bir Hadis-i Şerif ’te Hazret-i Peygamber (sav) Efendimiz; “ Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltmeye çalışsın ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır.
Paylaşıldıkça çoğalan mutluluklar gibi birlikteliği sağlayan kurallar da paylaşılmalıdır ki birliktelik artsın. İnsanın sevincini ve hüznünü paylaşması nesillerimiz içinde çok faydalı bir bilgi aracıdır. Örneğin; kendisine yardıma niyetleneni kandırabilmek için çölde yaralı taklidi yapan hırsıza ağlayarak bakan, iyiliksever kişiye niçin ağladığı sorulduğunda, hırsızın, bu yaptığını her yerde anlatacağından ve bu yüzden artık insanların çölde ihtiyaç içinde olan kimselere yardım etmekten çekinir hale geleceğinden korktuğunu söylediği hikâye edilir. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak İslam dininin çok önem verdiği kurallardandır. Şu ayet-i kerimeler ve Hadis-i Şerifler bu önemi ne güzel anlatmaktadır:
- “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Arâf, 157)
- “Siz insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder kö- tülükten sakındırırsınız.” (Âl-i İmrân, 104) •
Zeyneb bint-i Cahş -radıyallâhu anhâ- der ki: Peygamber Efendimiz’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?” diye sordum. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Fısk ve fücûr (günahlar) çoğaldığı vakit, evet!”
İsrâiloğulları arasında zulüm yaygınlaştığı dönemlerde, bir kimse diğerini günah işlerken görünce evvelâ onu bu yaptığından nehyederdi. Fakat ertesi gün o adamı aynı vaziyette gördüğü hâlde onunla oturup kalkabilmek ve yiyip içebilmek (menfaat sağlayabilmek) için kötülükten sakındırmaz, îkazda bulunmazdı…
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahü aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinlemiştir: “… Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.” Cenâb-ı Hakk taşıyamayacağımızı yüklemeyeceğini bildiriyor. Bizim için kolaylık istediğini bildiriyor.
Hayatında kolaycılığa kaçan bir insan bu kadar kolaylık onun için düşünülmüşken memnun olmaz mı? Tabi ki memnun olur, olması gerekir. Fakat davete nasıl başlayacağız. Önceliği kendi nefsimize vermek zorundayız. İmtihanda ki zor sorular bilenle bilmeyeni ayırt etmek içindir. En çetrefilli konuların başında da kişinin kendini hayra davet etmesi, bilinçli bir şekilde kötülükten uzak durabilmesi gelir. İnsanlara faydalı olmaya çalışırken kendini ihmal etmek olmaz. İslam da bir mum gibi insanlığa aydınlığı götürüp de kendi dibini aydınlatmamak uygun görülmemiştir. Bu hususta;Cenab-ı Hakk:” Ey îmân edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (es-Saff, 2-3)” buyurmaktadır.
İnsan kendi eksiklerinin dile getirildiği hatırlatmaları kabul etmekte zorlanabilir. İşte bu noktada kendimize bazı hatırlatmalar yapmamız gerekiyor: Başkasına iyiliği emredip, kendini unutmamak, ayetler hatırlatıldığında kulak ardı etmemek, iletişimde sözden daha önemli olan davranışlardır. Sözümüzle davranışlarımız arasında ilişki kuramazsak muhatabımız da bizi ciddiyetle dinlemeyecektir. İlk açıktan davet yapılırken Efendimiz(sav)’in topluluktan güvenilir olduğuna dair onay talep etmesi bu açıdan da önemlidir. Fakat sohbet ve telefonlaşmaların yerini sms ve twitlerin aldığı iletişim çağı denilen iletişimsizlik çağında neler yapabiliriz? Düşüncelerimizin sınırlı sayıda harfle ifade edilebildiği günümüz iletişiminde dikkat etmemiz gereken çok detay var. Örneğin: İyiliği hatırlatma ve kötülükten uzaklaştırmada nasıl bir dil kullanılması gerektiği. Bu konuda da Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de örnekler mevcut. Fitne ve yanlış anlaşılmalara karşı “kavlen ma’rûfâ”, yani güzel söz ve tatlı dil; Firavunlaşan kimselerde kalbî yumuşaklığa sebep olması için “kavlen leyyinâ”, yani yumuşak söz; tebliğ usulü açısından “kavlen belîğâ”, yani tesirli ve özlü söz vb…
Davranışlarda da dikkat edilecek hususlar da mevcut tabi ki: Hatayı yapana değil, hataya kızmak… Doğruda sabretmek. İnsanlarda bize karşı minnet duygusu oluşturmamak. Niyetlerimizi tazeleyerek ve yeni başlangıçlar niyetine Hazret-i Peygamber-i Zîşân(sav) ’ın şu hatırlatmasını can kulağıyla dinleyelim: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’u Teâlâ’ya yemin ederim ki ya iyilikleri emreder kötülüklerden nehy edersiniz ya da Allah’u Teâlâ kendi katından üzerinize bir azap gönderir, sonra Allâh’a yalvarıp dua edersiniz ama duânız kabul edilmez.